Edebiyatchi
     
Edebiyatchi

istiridyeden inciler

Yeni kitaplar

hikaye-deneme-siir

Bedava e-mail

Edebiyat Siteleri

Custom Page

Custom2 Page

Guest Book Page

Photo2 Page

 
ZAMAN

Sabahın ilk ışıkları pencerede karmaşık şekiller çizerken odanın sessizliğini bozan saatin tik taklarına kulakları tırmalayan bir zil sesi daha eklenmişti. Bu tik taklar ve zil sesi olmasaydı zaman sanki hiç akmayacak ve o sanki hiç büyümemiş olacaktı. Yaşamında girmiş olduğu bütün mücadelelerden galibiyetle ayrılmış birisi olarak tek ve en zorlu rakibi karşısında almış olduğu mağlubiyetin acısını tüm bedeninde hissetmeye çoktan başlamıştı.
Her an bir adım önde olduğunu zannetmiş, küçük zaferlere tak’lar dikmiş fakat her daim biriken, biriktikçe büyüyen, büyüdükçe güçlenen zaman karşısında hayatı boyunca hep yenilmiş olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordu. Ağrıyan bacaklarına yüklenerek yataktan doğrulduğunda hafifçe sendeledi, bacakları artık bedenini taşıyamaz olmuşlardı. Güneşin fütursuzca dünyaya serpiştirdiği ışık tohumlarını kucaklamak istercesine kollarına açarak gerindi. Kısa bir süre pencereden dışarısını seyrettikten sonra elini, yüzünü yıkamak ve traş olmak üzere lavaboya yöneldi.
Aynaya baktığında gördüğü resim karşısında donakaldı. Bu ben miyim diye kendi kendine sordu. Hayır hayır bu ben olamam, on yıl önce on beş yıl önce bu aynaya baktığımda farklı bir yüzle karşılaşıyordum. İyi de peki şu an karşımda olan kimdi? Saçlarında siyahtan ziyade beyaz ve tonlarının hakim olduğunu görüyordu. Yanakları sarkmış, gözlerinin altı mor halkalarla çevrilmişti. Alnında yer alan çizgi sayısı artmış gözleri çukurlaşmıştı eliyle çenesini kaşırken zamanın ne çabuk geçtiği hususunda derin düşüncelere dalıyordu. Siyah pantolonunu, beyaz gömleğini ve askılı kemerini taktıktan sonra kareli beyaz ceketini de giydi ve her zaman olduğu gibi saat tam 09:15’te evinin kapısını kilitleyerek sokağa çıkmış oldu.
Emekli olduğundan bu yana günler hep aynı sıradanlıkla geçiyordu. Sabahın ilk ışıkları ile uyanıyor, kahvaltısını yaptıktan sonra elbiselerini değişip saat 09:15’te evden ayrılıyordu. Artık tüm dostları teker teker bu dünyadan ayrılmaya başlamışlardı. Yaşıtlarının böyle ayrılması onda da ölüm duygusunu daha çok yaşamasını sağlıyor ve her arkadaşının ölümü ile daha bir yalnızlaşıyordu. Fakat ölüm kendisine ulaşmadan önce çocukluğundan beri hep kafasında tasarladığı fakat bir türlü icraata geçip de yazamadığı romanını düşünüyordu. Hep hayalini kurmuştu, yazamadığı her gün, onda bu boşluğun daha bir büyümesine sebep oluyordu.
Her sabah yaptığı üzere Ali’nin çay bahçesine gitmiş ve köşede yıllardır kullanılmaktan iyice yorgun düşmüş adeta kendileri gibi son demlerini yaşayan masaya geçip oturmuştu. Ali’nin çırağı her zamanki zevzekliği ile orta şekerli kahvesini getirip masaya bırakmıştı, bugün her günkünden daha yalnız gibiydi henüz Keçi Rıfat gelmemişti,- aman duymasın kendisine keçi denilmesine acayip sinir olur- bu keçi lakabı onun her konuya muhalif kalması fikirlerini yanlış olsa bile ısrarla savunmasından geliyordu. Gerçi ona kalsa her zaman haklıydı ya neyse. Kılıbık Rafet’in gelmesine daha on beş dakika vardı, karısından anca izin koparıp gelebiliyordu, evden çıkışı öyle bir cümbüş ile oluyordu ki sanırsınız 9. Senfoni yeni baştan yazılıyor. Zaten topu topu üç kişi kalmışlardı, ne onlarla ne de onlarsız olabiliyordu aslında münakaşaları, anlaşamamaları da çocukluktan kalma alışkanlıklarıydı. Beraber top oynamış beraber okula gitmiş aynı dönemlerde evlenmiş ve çocuk sahibi olmuşlardı.
Onları beklerken zamanla neler yaşadığını ve en büyük hayalini bir türlü gerçekleştirememenin hüznünü duyumsadı. “Bir gün bir roman yazacağım kimse inanmayacak bana hatta siz bile inanmayacaksınız,yemyeşil ormanlar , masmavi denizlerden bahsedeceğim. Martıların gözleriyle denizi görecek , ağaçların rüzgarda çıkardığı ahenkli musikiyi dinleyeceğim, diyordu. Haa sandal sefaları, piknikte yakılan mangalları da unutmayalım bak nasılda unutuyordum bir de güneşim olacak onu uykusundan ben uyandıracağım. Bulutlarla dost olup oyunlar oynayacak, kızdırmak için güneşi, önünden ayrılmayacağım.
Haliyle kahramanlarım olacak, kimisi pipo içecek vapurda kimisi başak derecek tarlada. Haminneler yaşatacağım torunlarına masallar anlatan. Anneleri unutmayalım. Çocuklar bahçede haminnelerini dinlerken o ise işten gelecek beyini kapıda beklemekte. Evin beyini anlatacağım, her sabah saat 07:00’yi gösterdiğinde yola koyulmuş olan. Onların eve ekmekle tuz götürme hikayelerini yazacağım. Hayallerini anlatacağım, tertemiz, saf özelliklede çocuksu hayalleri.
Küçük ahşap evler yapıp canım sıkılınca yaramaz bir çocuğun elindeki kibritle ateşe vereceğim. Bir bakkal olacak dükkanında horoz şekeri satılan, kasap da olacak tabii. Kasabın her gün çocuklarıyla didişmelerini anlatacağım sizlere. Çocuklar için şekerci dükkanları açacağım her renkte şekerin yer aldığı, dişlerine dikkat etmeleri şartıyla tabi ki.”
Kahve fincanı ağır ağır yere düşerken kalbi uçmaktan yorulmuş bir güvercinin son kanat çırpınışları gibi düzensiz ve oldukça titrek atar olmuştu. Ruhu vücudundan ayrılırken dudaklarında belli belirsiz şu cümleler duyuluyordu.

“Bir gün bir roman yazacağım bu benim romanım olacak, bir gün bir roman yazacağım içinde hepiniz olacaksınız.”

Ahmet Faruk GÜLER

Sen Sen Sen

Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,
Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.
Hiç kimse aramasa sormasa beni
Sen gelsen yeter..

Huzur ellerinin güzelliğidir.
Gözlerin karşımda mutluluk denizi.
Her sabah soframızda ekmeğimizi
Sen bölsen yeter..

Yüreğim seninle yaylalar kadar serin
Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam
Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam
Sen dolsan yeter..

Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.
Bende sabır sende naz..
Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz
Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter..

Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,
Sende karar kıldığını...
Ve içimin şerha şerha yarıldığını,
Sen bilsen yeter..

Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..
Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..
Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,
Eğilsen yeter...........

Yavuz Bülent Bakile
???
BİR ÇOCUK YUMDU GÖZLERİNİ HAYATA

Gecenin sessizliğini bozan çığlıklar yükseldi evlerin pencerelerinden. Ve bir çocuk yumdu gözlerini hayata , tüm hayallerini de yanında götürerek. Bir anne feryat etti göğsünü parçalayarak “yavrum”dedi, yavrusunu toprağa bırakırken. Binlerce insan gitti ebedi aleme ve yanına binlercesini de katarak. Ağlayan artık gözler değildi, çünkü gözpınarları kurudu insanların, ağlayan artık yüreklerdi , yüreksiz olanlara inat.
Gecenin sessizliğini bozan çığlıklar yükseldi evlerin pencerelerinden. Ve bir çocuk yumdu gözlerini hayata, tüm hayallerini de yanına alarak. Oysa düşleri başka başkaydı , bu hayatta yaşayacak çok şeyi vardı daha. Gecenin üzerine çekilen o kapkara yorgan onun da yüzünü örtmüştü . O incecik , narin bedene nasıl kıyacaktı kara toprak , nasıl kabul edecekti bağrına.
Bir baba çırpındı son kez evladı için, bir oğul çırpındı babası için ve son kez baktılar semaya ağlayarak kaderin zalim yüzüne atmak istercesine tokadı. Kurtarma ekipleri açtıklarında enkaz yığınını kimse bakamadı baba ile oğula. Çünkü beton blokların altında çaresizce ölümü beklerken sarılmışlardı birbirlerine. Sanki bizi birbirimizden ayırmayın der gibi duruyorlardı o halleriyle. Götürmek için ayırmak istediklerinde kimse açamadı kenetlenmiş baba ile oğulu. Tüm ekip ağlıyordu şimdi , tüm halk ağlıyordu ve tüm insanlık ağlıyordu manzara karşısında.
Kimse bakamıyordu enkaz yığınlarına ya da bakmak istemiyordu, çünkü biliyorlardı her enkaz yığını arasında bir dost yüzüyle karşılaşacaklarını ve her dost yüzünde yeniden isyan edeceklerini tanrıya. Her telefon çalışında şuursuzca sıçrıyordu kazazede yakınları. Gelen her haber ya bir yakınlarını daha götürmüş oluyordu bu dünyadan ya da bir yaşam haberi veriyordu ölüm haberleri arasında. Herkes sevinme ile üzülme kavramlarını yitirmeye başlamıştı artık ne bir yaşam haberine seviniliyordu ne de ölüm haberine figan ediliyordu. Ölümün o soğuk yüzü herkesin suratında çoktan yerini almıştı bile.
Radyoda bir ses “hadi gülümse”diyordu bilinçsizce tüm şehir yerle bir olurken. Başka bir yerde insanlar eğlenmenin bilmem kaçıncı yolunu deniyorlardı. Bir başka yerde ise umarsızca yatağa gömülüyordu vahşi bedenler. Ve bir kız çocuğu gözlerini yumuyordu hayata , kucağında bez bebeğiyle.
Artık toprak konuşmaya başladı o andan sonra, çığlıklar attı, imdat dilendi fakat nafile. Toprağın sesini sadece mezarlarında uyuyan cansız bedenler hissetiler ve sessizce yer açtılar aralarına katılacak taze bedenlere.
Gecenin sessizliğini bozan çığlıklar yükseldi evlerin pencerelerinden. Ve bir çocuk yumdu gözlerini hayata tüm hayallerini de yanına alarak. Bir şair son şiirini yazdı o gece ne de olsa “şehirde yıkılır şairin ahşaptan yüreği”dememiş miydi şair,bir ressam son fırçalarını vurdu tuvale yaşamın sekizinci rengini ararken resminde,bir bestekar hayatının bestesini derin bir “ah” sesinde besteledi o an.
Gecenin sessizliğini bozan çığlıklar yükseldi evlerin pencerelerinden. Ve bir çocuk yumdu gözlerini hayata tüm hayallerini de yanına alarak.


Ahmet Faruk GÜLER

Batış

Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım
Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye
Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye
Bir kekik uzatan çocuk anne deyince
Deniz dibinden çatı çeken
Çocuk üstüne arkadaş üstüne

Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner
Değişmiyen o gençliğiyle sevgili
Ölümden sonraki kurtulma gibi
Döner döner de gelir karşıma
Deniz dibinden cıkan ahtapot ölüleri
Eski utanmaları çeker su yüzüne

Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin
Altın hatıralar hükümetinin
Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış
Soy utanc soy anış soy sevgi
Gel artmaz azalmaz ey sevgi

Sezai Karakoç Körfez


Another idea for my home pageâ€ââ€Â¢s text is notifying visitors about the enhancements I put on my site. For example, I want visitors to sign my guestbook or fill out my survey Form E-mailer to answer questions about my site, my business, or my siteâ€ââ€Â¢s topic.
Send an email

Getting Rich Quickâ€â€ÂFrom My Site!
I might not want a large amount of text on my home page if I want to guide visitors toward my other pages. Instead of text, I can add othersâ€ââ€Â¢ buttons to this first page, and Iâ€ââ€Â¢ll be rewarded for people who click on the buttons. For example, if a visitor signs up for a Visa using the NextCard button on my site, I earn at least !

Captions for pictures
Adding captions makes my pictures more interesting.
Send an email